Eşe Ana: Yörük Kadının Ardında Bıraktığı Hoş Seda

1949 yılının sakin bir sabahında, Manisa’nın Kula ilçesine bağlı Eroğlu Köyü Koparanlı Mahallesi’nde bir bebek dünyaya geldi. Adını yörüklerin kadim kültüründen alan bu kız çocuğuna Eşe dediler. Sükûnet ve huzur anlamı taşıyan ismi, kaderiyle örtüşmeyecekti belki ama o, yaşam denen uzun yolculuğa, güçlü bir yüreğin sahibi olarak adım atacaktı. Baba İbrahim’in, anne Cennet’in ikinci evladı; kalabalık, emekle yoğrulmuş bir hanenin umutla açan çiçeğiydi. En büyük dayım Terzi Refik diye bilinir. Annemden sonra Ganime, Adnan ve Nilüfer kardeşleri dünyaya gelmişler.(dedemin ilk eşinden 3 erkek evladı olmuş. Ali İhsan, Hikmet ve Ziya. Dedemin ilk eşi vefat etmiş. Sonra anne annem ile evlenmiş

Eşe daha çok yörüklerde kullanılan bir isimdir. Eşe Türkçe bir isimdir. Arapça Aişe (Ayşe) isminden köken aldığını ifade edenler de vardır. Rahat ve huzur içinde yaşayan anlamına gelmektedir. Her ne kadar bu anlamı taşısa da annenin rahat bir yaşamı olmamış. Hep zorluklarla ve mücadele ile geçen bir ömrü olmuş.

Annem ilkokulu bağlı bulundukları Eroğlu Köy merkezindeki ilkokulda okumuş. Anlattığına göre o dönemde köylerde ilkokul üç , şehirlerde 5 yıl olarak okunurmuş. Yani annemin tüm eğitimi üç yıl ile sınırlı kalmış.
Çocukluk yıllarını, doğduğu köyün yalın ama bir o kadar öğretici atmosferinde geçirmiş. Ailesi hayvancılık ve çiftçilikle hayatını sürdürürken, o da kardeşleriyle birlikte zor şartların içinde büyümüş. Toprağın bereketi kadar, yoksunluğunu da erken yaşlarda tanımış. İlmek ilmek dokunan kilimlerin başında, tütün tarlalarının sıcak toprağında, hayvanların ardında geçen gençlik yılları ona hem sabrı hem direnci öğretmiş.
1966 yılında 17 yaşında iken babam Hüseyin Yurttaş ile evlenmişler. Kalabalık ailelerin, yokluk içinde ama sevgiyle kenetlenen hayatlarında, iki odalı toprak damlı bir evin içinde anneliğe adım atmış. Evliliklerinin birinci yılında ben dünyaya gelmişim. Benden iki yıl sonra da kardeşim Osman doğmuş.

Babam ile annem komşu köylerin insanları. Kula Narıncalı Süleyman Köyü Cokkallar Mahallesi’ne gelin olarak gelen annemin hayatı burada da tarım ve hayvancılık ile uğraşarak geçmiş. Annemler de 8 kardeş, babamlar da 8 kardeştiler.
Babamların koyun ve keçileri varmış. Az da olsa tarım ile uğraşıyorlarmış. Evlerde elektrik yok, su yok. Uzun süre dedemler ile aynı çatı altında yaşamışlar. Zamanla kendi imkanları ile toprak damlı, taş duvarlı bir ev yapmışlar. Ben ve kardeşim o evde dünyaya geldik.

Anneme, “ben ne zaman doğdum?” dediğimde “arpa oraklarında” diye cevap verirdi. Yani Temmuz sonu Ağustos başında doğduğumu tahmin ediyorum.

Annem hayvanlara bakarak, yerlerini temizleyerek, eviminiz kenarında akan deredeki pınardan sırtında testi, ellerinde kovalar ile su taşıyarak, çamaşırları dereye kurdukları kazanda su kaynatarak elde yıkayarak, yemeklerini evimizin hayatı dediğiniz dışarıdan giriş kısmındaki ocaklıkta yemek yaprak yaşamını sürdürmüş. İki odalı bir evde 1975 yılına kadar büyük zorluklar içinde yaşam sürdü.

Çocuklarını büyütmek için dereden su taşırken de, ocaklıkta yemek pişirirken de, hayvanların ardında koşarken de yüzünde hep aynı kararlı ifade vardı: “Evlatlarım okuyacak.”

Ben ilkokul üçüncü sınıfı bitirdiğimde babam beni ve kardeşimi okutmak için o zamanki adı Kasaba diye bilinen Turgutlu’ya göçtük. Bir odası bulunan bir evde kirada yaşamaya başladık. Kasabada tek odalı evin önündeki briket ile çevrili yeri mutfak olarak kullanarak zorluklar içinde yaşadık. Annem o zaman İskele diye bilinen Turgutlu tren istasyonu üstündeki amele pazarına gire oraya gelen  patronların traktörleri ile ovaya çalışmaya giderdi. Pamuk, pirinç ve üzüm işleri yaparak günlük yevmiyesini alırdı. Akşam eve geldiğinde evin işleri onu beklerdi.

Sonraki yıllarda alın teri ile biriktirdikleri ile bir bahçeli evimiz oldu. Sonraki yıllarda evimize yakın konserve ve salça üreten TUKAŞ Fabrikası’nda çalışmaya başladı. Çok uzun süre orada çalıştı. Bir ara toprak sanayiinde blok tuğla fabrikalarında da çalıştı.

Yaklaşık 10 yıl Turgutlu’ya yakın Çepnidere ve şu an Turgutlu OSB’nin bulunduğu alan ve çevresinde tütün üreticiliği yaptık. Yaklaşık 3-4 ay tüttün tarlasında kurduğumuz çadırlarda kalıyorduk. Hayat mücadelesinin her adımında sessiz ama gururlu bir direniş vardı.

Zamanla işçi emekliliğini hak etti. Emekli olsa da ova işlerinde çalışmaya devam etti. Kendileri ancak üç yıl eğitim almışlardı ama çocuklarının diplomaları, onların ömrü boyunca içinde taşıdığı ukdenin çiçek açmış hayalleriydi.
Annem emekli olduktan sonra Kuran-ı Kerim okumayı öğrendi. Beni ve kardeşimi okutmak için var güçleri ile çalıştılar. Her ikimizi de Genel Cerrahi Uzmanı yapana kadar mücadeleleri devam etti. Hiç bir zaman ellerini üzerimizden çekmediler. 

Ve bir gün… 2015 yılında sessiz bir misafir kapısını çaldı: hastalık. Üst damağında başlayan yara kanser adını aldı.  Cerrahi tedavi, kemoterapi, radyoterapi ve destek tedavileri gördü. Uzun süre hastalığı iyi seyretti. Ancak son bir yıl içinde metastazları oluştu, ağrıları gün geçtikçe arttı. Hastalığın ilerlemesini durduramadık. 2025 yılı Ramazan ayından sonra ağrılı ve zor bir dönem geçirdi. Amansız hastalık ağırlaşarak bedenini yormaya başladı.
Takvimler 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gece saat 23:30 sularında yoğun bakımda hayatını kaybetti ve Hakk’a yürüdü. Geride iki evladını ve 59 yıllık hayat arkadaşını, gelinlerini ve torunlarını bırakarak bu dünyadan göç etti. Herkesin kalbinde silinmez bir iz bıraktı. 

O bizim annemizdi. O bizim her şeyimizdi. Zorluklar ve güçlükler içinde bir yaşam sürdü. 76 yıllık hayatına pek çok anılar sığdırdı. O herkesin Eşe ablasıydı. O babamın 59 yıllık hayat arkadaşıydı. O bizim annemizdi.

O yalnızca bir anne değildi; o bir yörük kadınıydı. Toprağın kokusunu içine çekmiş, alın terinin, helal kazancın değerini bilmiş, zorluklara göğüs germiş, her şeye rağmen yüzünü hayata dönmüş bir Anadolu kadını. Doğruluk, mücadele ve sabrı öğreten bir hayat öğretmeniydi.  Sadece ailesinin değil, komşularının, akrabalarının, herkesin “Eşe Ablası”ydı.

Mekanı cennet olsun. Yerini doldurmak mümkün değil.
Onun hayatı bir hakikatin sessiz kanıtıydı: “Ana başta tac imiş, her derde ilaç imiş; bir evlat pir olsa da anaya muhtaç imiş…”
Biliyoruz ki ölüm hak, ölüm gerçek. Hepimiz bir gün bu dünyadan göçüp gideceğiz. Önemli olan güzel bir isim ve iyilik hikayeleri bırakarak gitmek. Geride dua edecek, insanlığa faydalı eserler ve evlatlar bırakabilmek. Kısacası hoş bir seda bırakabilmek. O bunların hepsini yaptı ve göçtü.
Hayat herkesin kendine ait serüveni. Her kişinin bir benzeri daha olmayan hikayesi. Bir konma ve göçme hali. İki menzil arasında yazılır mutluluğun ve hüznün hakikisi.
Konup göçenlere selam olsun. Mekanları cennet olsun. 


Dr. Muzaffer Yurttaş
24.Dönem Manisa Milletvekili
Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
Manisa Şube Başkanı

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Haber Sabah
Manset24 Haberleri
Haber Entel