Başbakan Erdoğan, Denizli mitinginde “Eğer bu kardeşiniz seçilirse tarafsız Cumhurbaşkanı olmayacak. Milletin tarafında olacak.” dedi. Fark bu. 

Burada verilmek istenen mesaj gayet açık ve net;

Özgür düşünceye göre insan, iyi ve kötü yönleriyle, dünyanın en değerli varlığıdır. İnsanoğlu 80 bin yıl önce başladığı iddia edilen dünya serüveninin çok büyük bir bölümünü “Devlet”siz yaşamıştır.

Ortak ihtiyaçlarını karşılamak,hak ve özgürlüklerini güvenceye almak amacıyla insanoğlunun ilkel devletleri kurmaya başlaması, topu topu 5 bin yıl öncesine gider. Bu durum 80 bin yıllık mazinin, son 5 bin yılı anlamına geliyor.

1-Toplum içindeki bir takım bireylerin iktidarı ele alması demek olan devletin kuruluşu, aslında üretici olmayan, başkalarının ürettiklerinden pay alarak geçinen bir yönetici sınıfının doğması ile sonuçlandı.

2-Bu sınıf üstün devlet gücü ve yetkisiyle donatıldı. Ve ne gariptir ki yöneticiler, devletin kuruluş amacına aykırı olarak, daima insan hak ve özgürlüklerini sınırlama eylemi içine girdiler.

Yakın tarihten örnekler verecek olursak;

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bile faşist ve komünist totaliter yönetimler insanlığa büyük felaketler yaşattılar.

Bu rejimler insanlara, özgürlüklerine karşılık ekonomik refah vaat etseler de başarısız oldular.

Öte yandan özgürlükçülüğü daha çok koruyan rejimlerin; 
1.Çok daha hızlı bir ekonomik gelişmeyi gerçekleştirdikleri gözlendi. 
2.Özgürlükçü ilkelere bağlılığını daha çok koruyan ekonomilerde emek, arz ve talebi arasındaki denge çok daha kolay kuruldu. 
3.İşsizlik sorunu daha büyük oranda çözüldü. 
4.Asgari geçim düzeyi daha yüksek bir çizgiye oturdu. 

Yani “Sosyal devlet” düşüncesiyle varılmak istenen hedefler, kendiliğinden tatmin edici ölçülerde gerçekleşti.

Özetle; toplumcu – devletçi iddialarla egemenlik kuran yönetimlerin başarısızlığı denetlenerek, tespit edildikten sonra başladı.

Cumhuriyetimiz terakki perver fırka, serbest fırka denetimlerine rağmen, neticede 1945’e kadar süren tek parti döneminde, faşist ve komünist uygulamalardan etkilendi. Bugün hala gündemde olan resmi devlet ideolojisi bu dönemin ürünüdür.

Çok partili döneme geçtiğimizde ise yine “İlkesiz popülizm” yani müdahaleci, bürokratik görüşler 20. yüzyılda Avrupa demokrasisine damgasını vurmuştu. Biz de bundan nasibimizi aldık!

Türkiye’de özgürlükçü demokrasi düşünce geleneği 1950 – 1960 arasında Demokrat Parti’nin liberal ekonomi politikalarına rağmen de oluşamadı.

Ülkemizin demokrasi ve İnsan Hakları konularında maruz kaldığı dış müdahaleler utanç vericidir. Hele Osmanlı İmparatorluğu’nun aynı konulardaki tutumuna baktığımızda bugün geldiğimiz noktanın affedilir yanı yoktur.

Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye’nin bu duruma düştüğünü gören birileri elbette çıkacaktı. Tıpkı Menderes, tıpkı Özal ve bugün Erdoğan gibi. Şimdi başbakanın her Türk vatandaşına demokrasi ve insan haklarına sahip çıkma görevini, yabancılara bırakmamayı öğretmek gayreti içinde olduğunu görüyoruz. 

Ve belki de ilk kez tabular yıkılıyor. 

Türkiye’de devletin başına geçmeye aday olan bir devlet başkan adayı, “Ben tarafım, bireyden yana tarafım, devletten yana değil.” deme cesaretini gösterebiliyor. Bu mesaj Türkiye’de devletçi ve katı merkeziyetçi bir anlayışın bitmesi ve ademi merkeziyetçiliğe geçişin dönüm noktasıdır. 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner42

Haber Sabah
Manset24 Haberleri
Haber Entel