Devletin, insanlar tarafından kurulan bir hizmet teşkilatı olduğu gerçeğini unutmamamız gerekir. Devletin amacı insana hizmet etmek;insan hak ve özgürlüklerini teminat altına almaktır. Devlet bu amaca hizmet ettiği oranda meşrudur ve görevleri bu amaçla sınırlıdır. Devlet bunun dışında bir egemenlik hakkına sahip değildir.

Cumhuriyetimiz dünyada faşist ve kapitalist akımının hat safhasında kurulmuş olması yani totaliter modellerin iktidar olduğu yıllarda kurulması ve Türk ekonomisi batılı modelden ziyade, sosyalist modele uygun biçimde, sosyalizme yakın bir ucube olan karma ekonomik devletçi model olarak yapılanmış olması ülkemizin en talihsiz yıllarını yaşamasına neden olmuştur. Bu özelliğimizi ne yazık ki 2000’li yılların başına kadar sürdürmemiz de ayrı bir talihsizliktir. 1930 da hükümet başkanı o zamanın Başvekili İnönü iki kez SSCB(Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) örneğin KİT modelini benimseyerek. ilk ekonomik planlamada Sovyet plancılar tarafından yapıldı. Böylece devlet ekonomiye el koydu, tıpkı SSCB gibi yani komünist sistemde olduğu gibi.

1930-1950 arası Türkiye’de tam anlamıyla sosyalist, devletçi ekonomi modeli uygulanmış olduğunun aksini kimse söyleyemez. Ekonomik tarihimizin en kötü idaresi, insanların en sefil, perişan olduğu dönem olarak tarihteki yerini kara bir sayfa ile aldı.
1930-1950 arası İsmet İnönü dönemidir. Bu dönemde komünizmden tek farkımız özel mülkiyet hakkının kaldırılmaması idi.1950 seçimleri ile iktidara gelen Demokrat Parti’nin başaralı bir liberal hareket oluşturduğunu görüyoruz.1950-1955 yılları arasında çok önemli liberalleşme hareketleri görüyoruz.

Özel sektöre dönük, insanları ekonomiye dahil eden fakat aynı dönemde devletçiliğin de devam etmiş olduğunu görüyoruz.1955 yılından sonra da önemli ve başarılı adımların atıldığını ekonomimiz adına görüyoruz ancak 1950-1955 yılları arası gibi maalesef değil. Bugün Türk ekonomisinin ayakta kalmasının nedeni 1950-1955 yılları arasında atılan temelin önemi büyüktür. O zaman Adnan Menderes ve arkadaşlarının attıkları tohumların sayesinde ayakta olduğumuz gerçeğini unutmamamız gerekmektedir.Özel sektörümüz var ve ekonominin en büyük yükünü çekmektedir.Bugün ki dinamizmizi de o döneme borçluyuz.

***

27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra maalesef tekrar devletçiliğe dönüşü görüyoruz. 27 Mayıs’ta planlı ekonomiye geçiş istenmiştir.Planlamak demek yuların devlete teslim edilmesi demek olduğunu da unutmamak gerekir.1960 sonra başka olumsuzluklarda yaşanmıştır.Sınırlarımız kapatılmış,Türkiye’de üretilen malların dışarıda ithali yasaklanmıştır, yani koruma politikaları uygulamaya konularak ne kadar tapon mal varsa Türk halkına yutturulmuştur,kalite ve fiyat ne olursa olsun. Böylece halkımız 1960-1980 yılları arasında sanayileşme uğruna çok ağır bir bedel ödemiştir. Halkımız gereksiz yere fakirleştirilmiştir. Yanlış sanayileşme arayışlarının bedelini yine bu halk ağır bir şekilde ödemiştir. 24 Ocak kararları ile bence kısmi bir liberalleşme başlamıştır. Ancak bugün geriye baktığımızda maalesef 24 Ocak ile öngörülen serbest piyasa ekonomisinin sadece kambiyo mevzuatında yapılan değişikliklerden ibaret kaldığını görüyoruz.

1983’de rahmetli Turgut Özal’ın seçim konuşmalarındaki mesajlar halkımıza çok uçuk geldi ancak o doğruları söylüyor ve yeniden Türk insanı kendini kanıtlama sürecini yakalamış oldu. Aslında söylediklerinin tamamını hayata geçirdiğini de söyleyemeyiz ama yine de ekonomimizin parlak dönemlerinden olduğunu söylemememiz mümkündür. Özel enflasyonun kötü olduğunu söylemesine rağmen iki yıl içinde önlemekte zorluk çektiği enflasyon için kalkınmanın bedeli olduğunu söylemesi oysa, dünyada hiçbir ülke enflasyon ile kalkınmamıştır. Bu dönemde de bir çok yatırımlar yapılmış fonlar kurulmuş, belediyelere ek vergi imkanları tanınmıştır ki bunların devletçi ve devleti büyütme politikaları idi çünkü o fonları alanın kim olduğuna baktığımızda bunu anlamakta zorluk çekmeyiz. Bir taraftan liberal piyasa felsefesi fakat uygulamada bunun tersi de olmuştur, başarılı olmasına rağmen bu tür yanlışlıkların da yapıldığını görmemiz gerekir.

ANAP sonrası 1990’lı yıllar yine Türkiye’nin kayıp yılları olarak tarihe geçtiği gerçeğini de görmemiz gerekir. 5 Nisan 1994 kararları ekonominin çöküşü ve en nihayet Şubat 2001 krizi,herkes mal varlığının yarısını kaybettiği kara bir tarih sayfasını daha ekonomi tarihimizde yerini aldı ve bu süreçte erken seçim kararı ile 2002 seçimleri ve Ak Parti iktidarı ile başlayan istikrarlı dönem ve oluşan güven ortamı ülkemizin 10 yıl gibi kısa bir sürede Batılı ülkelerin seviyesine geldiği ve bir çoğunun geride bırakıldığını görüyoruz.

***

Bunun elbette birilerinin işine gelmemesi doğaldır ve bunu engellemek adına var güçleriyle çalışan işbirlikçileri ne yazık ki ülkemizi karıştırıp yine istikrarsız ve güven ortamının yok olduğu bir Türkiye oluşması yönündeki gayretlerini üzülerek görüyoruz. Bu ülkenin kalkınmasını istemeyenler, belki bugüne kadar başarılı olmuşlardır ama artık kirli emellerine ulaşamayacaklarını rahatlıkla söyleyebilirim.

Unutmayınız ! Gecenin en zifiri karanlığı gün doğumuna yakın saatlerdir..  
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner42

Haber Sabah
Manset24 Haberleri
Haber Entel