Henüz 2026 yılına girmeden, toplumun geniş bir kesimi “nasıl geçineceğim?” sorusunu kara kara düşünmeye başladı. Bir yanda ay sonunu getirmeye çalışan milyonlar, diğer yanda ise yaklaşan zam dalgasını fırsata çevirmek için şimdiden hazırlık yapanlar var. Asgari ücrete ya da emekli maaşlarına yapılması muhtemel artışlar, daha cebe girmeden raf fiyatlarına yansımaya başladı bile.
Gıda piyasasında giderek artan tekelleşme, market ve süpermarket zincirlerinin kontrolsüz fiyat politikalarıyla birleşince, zamlar adeta otomatikleşti. Denetimden söz etmek artık mümkün değil; çünkü denetim kavramı, fiilen “denetimsizlik” anlamına gelir hâle gelmiş durumda. Kimse kontrol etmiyor, eden de sonuç alamıyor.
Zamlar bununla da sınırlı değil. KDV ve ÖTV artışlarıyla birlikte, evimize giren tüpten tornavidaya, toplu iğneden otomobile kadar her üründe ağır bir vergi yüküyle karşı karşıyayız. Özellikle otomobillerden alınan yüksek ÖTV, dünyada sayılı ülkelerde uygulanan bir yöntem. Üzülerek söylemek gerekir ki, vergi oranlarını artırarak kalkınan tek bir ülke örneği yoktur.
Bu katı ve merkeziyetçi ekonomik anlayış, toplumu refaha değil, daha derin bir yoksullaşma sürecine sürüklüyor. 2026 yılı, şimdiden umutların tükendiği bir yıl olarak tarihin sayfalarındaki yerini almaya aday görünüyor.
Artık ev ya da araba sahibi olma hayali kurmak bir yana, geçmişte büyük fedakârlıklarla, borçlanarak araç sahibi olanlar bile, arabalarını elden çıkarmanın yollarını arıyor. Amaç lüks değil; kredi kartı borçlarını ödeyebilmek, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek. İnsanlar geçimlerini sürdürebilmek için varlıklarını satma noktasına gelmiş durumda.
Unutulmamalıdır ki, karamsarlığın hâkim olduğu, insanların yüzünün gülmediği toplumların refah seviyesine ulaşması mümkün değildir. Sürekli vergi artışlarına dayanan, üretimi ve adil gelir dağılımını öncelemeyen ekonomik politikalarla hiçbir yere varılamaz.
Bugünden bakıldığında açıkça görülüyor ki, 2026 yılı yine emeklilerin ve asgari ücretlilerin yaşam mücadelesi verdiği bir yıl olacak. Bu tablo karşısında insan ister istemez ironik bir cümle kuruyor:
Bu yıl Nobel Ödülü verilecekse, gerçekten de emeklilerimize verilmesi gerekir. Çünkü bu koşullarda ayakta kalabilmek, başlı başına bir insanüstü başarıya dönüşmüş durumda.